1973 Petrol Krizi
1967 savaşı sonunda nasıl
Araplar, Filistin komandolarını İsrail'e karşı bir yıpratma savaşının vasıtası
olarak kullanmaya karar verdilerse, 1973 Savaşı'nın sonunda da,
"petrolü" İsrail'e karşı değil, fakat Batı'ya karşı siyasi silah olarak
kullanmaya karar verdiler ve bunun neticesinde de bütün dünyada bir petrol
krizi ortaya çıktı.
Aslına bakılırsa, 1973 petrol
krizi doğrudan doğruya 1973 Arap-İsrail Savaşı'nın sonucu değildir. Bu savaş bu
krizi hızlandırmıştır. Yoksa üretici ülkeler için petrol problemleri yıllardan
beri oluşma halinde bir mesele idi. Nitekim, OPEC (Organization of Petroleum
Exporting Countries), yani Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı, daha 1960
Ağustosu'nda kurulmuştu. Üye sayısı 13'e kadar çıkan bu teşkilatın kuruluş
maksadı, özellikle petrol fiyatlarının tesbiti başta olmak üzere, hepsini
müştereken alakadar eden meselelerin birlikte çözümünü sağlamaktı.
OPEC kurulduğunda, hemen bütün
petrol üreticisi ülkelerde, petrol kaynakları, Batı teknolojisi gereği, Batılı
ve bilhassa Amerikan petrol şirketlerince işletilmektedir. İkinci bir husus da
şudur: Bugün, yani 1982 yılı başında varili 34 dolara kadar yükselmiş olan ham
petrolün fiyatı, 1970 Ocak ayında, Orta Doğu petrolleri için varili 1.80 ve
daha yüksek vasıflı Libya petrolu için de 2.17 dolardır.
Bununla beraber, OPEC'in 1973
Arap-İsrail Savaşı'na kadar bir şey yaptığı söylenemez. Yalnız şu var ki,
1970'den itibaren, hemen bütün Orta Doğu ülkelerinde, petrol şirketlerine el
koyma eğilimi başladı. Mesela Irak, 1972'de Iraq Petroleum Company'yi tamamen
millileştirdi. İran da 1973'de hemen hemen aynı şeyi yaptı ve petrol
şirketlerini sadece bir idareci haline getirerek, üretimi tamamen İran Milli
Şirketi'nin (INOC) eline verdi. Diğer Arap ülkeleri ve bilhassa Basra Körfezi
ülkeleri de, yabancı şirketlerdeki hisselerini arttırdılar.
1967 Arap-İsrail savaşından
sonra, petrolün Batı'ya ve bilhassa Amerika'ya karşı bir siyasi silah olarak
kullanılması söz konusu edildi. Hatta bu maksatla OAPEC (Organization of Arab
Petroleum Exporting Countries), yani Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Teşkilatı
da kuruldu. Fakat petrolün siyasi silah olarak kullanılması mümkün olmadı.
Çünkü, her şeyden önce, Batı'nın ve bilhassa Amerika'nın tek petrol kaynağı
Orta Doğu değildi. Amerika'nın kendi üretimi olduğu gibi, Venezuela, Nijerya ve
Endonezya gibi başka petrol ihracatçısı ülkeler de vardı.
Petrol ambargosunda dayanışmayı
sağlamak zordu. İkincisi, petrolün fiyatının gayet düşük olduğu bir sırada,
Arap ülkeleri için mühim bir gelirden yoksun kalmak, kolay göze alınamıyacak
bir şeydi. Diğer taraftan, petrolün siyasi vasıta olarak kullanılmasında Batı
ve Amerika üzerinde baskı yapabilmek için iki yol vardı: Biri üretimi ve
dolayısiyle ihracatı kısmak, diğeri de fiyatları yükseltmek. Üretimi kısmanın
iki sakıncası vardı. Önce, üretici ülkelerin gelirlerini azaltırdı, sonra da,
bütün Batı endüstrisi enerji bakımından petrole dayandığı için üretimi kısmak
sert tepkilere yol açabilirdi.
İşte bu sebeplerden, 1973
savaşından sonra ikinci yola, yani fiyatların yükseltilmesine başvuruldu. Bu
metodun başarılı olduğu söylenebilir. Zira, 1973 Ocak ayında varili 2.59 dolar
olan Arap petrolü, 1973 Ekiminde 5.11 ve 1974 Ocak ayında da 11.65 dolara
çıktı. Bu, bir yıl içinde dört mislinden fazla bir artış demekti. Bu fiyat
artışları bilhassa Batı Avrupa'da ve Japonya'da bir paniğe sebep oldu.
Ortak Pazar veya resmi adı ile
Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı (E.E.C.), 6 Kasım 1973'de yayınladığı bir
bildiride, Güvenlik Konseyi'nin 242 ve 338 sayılı kararlarını desteklediklerini
kuvvet yoluyla toprak kazanılmasını kabul etmediklerini, İsrai1'in 1967'de
işgal ettiği topraklardan çekilmesini, bununla beraber, bölgedeki her devletin
egemenlik, toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı ile, "güvenlikli ve tanınmış
sınırlar içinde" barış içinde yaşama hakkına saygı gösterilmesi gerektiğin
ilan ettiler.
Japonya ise, 22 Kasım'da
Arapları tutan öyle bir tavır aldı ki, sadece İsrail ile münasebetlerini
kesmediği kaldı. İngiltere ise, 6 Ekim 1973'de, Orta Doğu ülkeleri için silah
ambargosu ilan etmişti. Fakat Kasım ayında ambargo esas itibariyle İsrail'e
yönelik bir şekil aldı. Bilhassa Suudi Arabistan, İsrail'i kesinlikle tutan
Amerika ve Hollanda'ya karşı petrol ambargosu tatbik etti ise de, bu ambargo
bilhassa Amerika'nın Orta Doğu politikasında hiç bir değişiklik ve tesir
yapmadı. Kaldı ki, Amerika'nın bu ambargoya karşı tepkileri de bir hayli sert
oldu. Hatta, petrol üreten Arap ülkelerinin petrol politikası, Batı'nın
sanayiini çökertecek hale geldiği takdirde, Amerika'nın Basra Körfezi bölgesine
bir silahlı müdahale ihtimalinden veya bunun planlamasından dahi söz edildi.
Arapların bu petrol silahına
karşı Amerika'nın başvurduğu ikinci yol da, Avrupa İktisadi İşbirliği ve
Kalkınma Teşkilatı (OECD) çerçevesinde, 1974 Ekimi'nde, Amerika, Kanada, Fransa
hariç Ortak Pazar ülkeleri, Japonya, İspanya, Türkiye, Avusturya, İsviçre,
İsveç ve Norveç'in katılması ile Milletlerarası Enerji Ajansı'nın
(İnternational Energy Agency) kurulması oldu.
Bu kuruluşun amacı, enerji ve
fakat bilhassa petrolün sağlanmasında, kullanılmasında bir işbirliğini,
dayanışmayı ve ortak planlamayı gerçekleştirmekti. Ortak Planlama
çalışmalarında, daha sonra, her üye ülkenin en az 60 günlük petrol stokuna
sahip olması prensibi kabul edilmiş ve daha sonra da bu stok miktarı 90 güne
çıkarılmıştır. Bundan başka, petrol sıkıntısına düşmeleri halinde, üye
ülkelerin birbirlerine yardım etmeleri esası da kabul edilmişti.
Petrol krizinin 1973-1974'de
Batı'da yaptığı ilk şoktan sonra, petrol meselesi, yani her altı ayda bir OPEC
ülkelerinin ham petrol fiyatlarına zam yapmaları, normal bir hadise mahiyetini
aldı. Başka bir deyişle, Batı'nın sanayileşmiş ve gelişmiş ülkeleri, fiyat
artışlarından doğan sarsıntıyı kısa sürede atlattılar. Çünkü, sanayileşmiş
ülkelerin korktuğu üretimin azaltılması idi. Yoksa, fiyat artışlarına kolay
ayak uydurdular. Zira, artan fiyatların üretici ülkelere sağladığı gelir, yani
petrodolar, yine Batı bankalarına ve Batı'nın sermaye ve nakit piyasasına
intikal etti.
İkincisi, Batı'nın sanayileşmiş
ülkeleri, artan petrol fiyatlarını kolaylıkla kendi sanayi mamullerine ve
teknolojilerine aksettirdiler. Burada bilhassa silah fiyatlarını tekrarlamak
gerekir. Halbuki, Batı'nın sanayiine, teknolojisine, silahına ve hatta tüketim
maddelerine en fazla ihtiyaç duyanlar, petrol paraları ile ülkelerinin ekonomik
kalkınmalarını hızlandırmak isteyenler, bu petrol üreticisi Arap ülkeleri idi.
Yani, Arap ülkeleri pahalı sattılar ve aldıklarını da pahalı almaya başladılar.
Bu arada olan, gelişmekte olan fakir ülkelere oldu.
Türkiye de, artan petrol
fiyatlarının büyük acısını çekmiştir. Petrol üreten Arap ülkeleri, bilhassa
geri kalmış veya gelişmekte olan Müslüman ülkeler için yeterli bir yardım
programı da gerçekleştirmediklerinden, Batı'nın zengin ülkelerine vurmak istedikleri
darbenin acısı, bu Müslüman fakir ülkelerin sırtından çıkmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder